Gazeteci Samet Memiş, özellikle artan vergi baskısı, düşük tutarlı borçlara getirilen ağır yaptırımlar ve piyasayı rahatlatmayan faiz politikalarının toplumda ciddi rahatsızlık oluşturduğuna dikkat çekerek, vergi adaletinin yeniden tesis edilmesi gerektiğini vurguladı.
Köşe yazısı:
Son dönemde ekonomi yönetiminin attığı adımlar, özellikle de Maliye Bakanı Mehmet Şimşek tarafından hayata geçirilen uygulamalar, toplumun geniş bir kesiminde ciddi rahatsızlık oluşturuyor. Vergi toplamak devletin en doğal hakkıdır; ancak bu hak, adalet duygusunu zedeleyecek ölçüde ve vatandaşın sırtına aşırı yük bindirerek kullanıldığında, meşruiyet tartışması da kaçınılmaz hale gelir.
Bugün gelinen noktada, vatandaşın en çok hissettiği şey “vergi adaleti”nin değil, “vergi baskısı”nın artmış olmasıdır. Yüksek faiz politikasıyla piyasadaki para adeta kilitlenmiş durumda. Reel sektör yatırım yapamıyor, esnaf borçla ayakta kalmaya çalışıyor, vatandaş ise geçim derdiyle boğuşuyor. Bu tabloda, faiz politikasında rahatlatıcı bir adım atmayan ekonomi yönetiminin, çözümü yeni vergi yükleri ve sıkı denetimlerde araması doğal olarak tepki çekiyor.
Özellikle 200 bin lira ve üzeri para hareketlerinin açıklamaya tabi tutulması, birçok vatandaş tarafından insafsızca ve gerçeklikten kopuk bir uygulama olarak görülüyor. Bugünün ekonomik koşullarında 200 bin lira, ne büyük bir servet ne de olağanüstü bir meblağdır. Bir araç alımında, bir ev tadilatında ya da birkaç aylık ticari döngüde bu rakamlar rahatlıkla ortaya çıkabiliyor. Eğer gerçekten kayıt dışılıkla mücadele edilecekse, sorgulama sınırlarının milyonlar seviyesinde belirlenmesi daha makul olmaz mı? Örneğin 2 milyon lira ve üzeri transferlerin kaynağının sorgulanması, hem denetim hem de vatandaşın nefes alması açısından daha adil bir yaklaşım olurdu.
Diğer yandan vergi oranları da ayrı bir sorun alanı. Kazancın yüzde 18’i KDV olarak alınırken, dolaylı ve dolaysız vergilerle birlikte toplam vergi yükü yüzde 30’ları, hatta bazı sektörlerde daha fazlasını buluyor. Bu kadar yüksek oranlar, maalesef vatandaşta “vergisini düzenli ödeyen enayidir” algısını besliyor. Vergi kaçırmayı ahlaki bir sorun olmaktan çıkarıp, bir tür hayatta kalma refleksine dönüştüren de tam olarak bu baskıcı sistemdir.
Vergi adaleti sağlanmadan, sadece denetim ve cezayla kayıt dışılığı bitirmek mümkün değildir. İnsanlar adil bir sistemde, makul oranlarla vergilendirildiğinde, kazancının nereye gittiğini gördüğünde vergisini kaçırmaz; aksine ödemekten gocunmaz.
Küçük tutarlı vergi borçları nedeniyle vatandaşın banka hesaplarına bloke konulması ise bu sürecin en sinir bozucu ve en çok tepki çeken uygulamalarından biri haline geldi. Birkaç bin liralık borç için maaş hesabına, esnafın ticari hesabına el konulması; devleti güçlü, vatandaşı çaresiz gösteren bir tablo ortaya koyuyor. Oysa devlet, alacağını er ya da geç tahsil ediyor. Bir gayrimenkul alımında ya da satımında, bir araç devrinde ya da resmi bir işlem sırasında bu borç zaten otomatik olarak ödeniyor. Eğer borç ödenemiyorsa, bu çoğu zaman vatandaşın kötü niyetinden değil, düşük gelirli olmasından kaynaklanıyor. Bu durumda yapılması gereken bloke koymak değil, ödeme kolaylığı ve yapılandırma sunmaktır.
Mehmet Şimşek’in sık sık örnek aldığı İngiltere modeli ise Türkiye gerçekliğiyle örtüşmemektedir. İngiltere, yüzyıllar boyunca sömürgelerden elde ettiği sermayeyle bugünkü refah düzenini kurmuş bir ülkedir. Türkiye ise emeğiyle, alın teriyle kazanan; sanayicisiyle, çiftçisiyle, esnafıyla ayakta durmaya çalışan bir ülkedir. Aynı modeli, aynı katılıkta uygulamak, sosyo-ekonomik farkları yok saymak anlamına gelir.
Sonuç olarak mesele vergi toplamak değil, nasıl ve kimden toplandığıdır. Devletin görevi, vatandaşını potansiyel suçlu gibi görmek değil; adil, şeffaf ve sürdürülebilir bir vergi sistemi kurmaktır. Aksi halde bugün “vergi disiplini” adına atılan adımlar, yarın daha büyük ekonomik ve toplumsal sorunların kapısını aralayabilir. Vergi, adaletle toplandığında güç verir; baskıyla toplandığında ise güveni aşındırır.