Samet Memiş


Bir Başkan, Bir Gelin, Bir Oğul… Ve Daireler Nereden Geldi?

Bir şehri susturan skandal: Rüşvetle alınan daireler, bozulmuş aile bağları ve kirli ilişkiler zinciri…


Bir Başkan, Bir Gelin, Bir Oğul… Ve Daireler Nereden Geldi?

Bazı hikâyeler vardır, anlatırsınız, kimse inanmaz. Çünkü hayatın hayal gücünü çoktan solladığı bu ülkede gerçekler bazen kurgudan daha vahşi, daha kirli ve daha acıdır.

Bu köşede size bugünün politik romanlarından birini anlatacağım. Başrolde bir baba… Ama öyle sıradan bir baba değil; devletin tepesinde, önemli bir koltukta oturan, adına "Yüzde 30’cu Göksel" denilen biri. Yan karakterlerde bir oğul, iki kadın, birkaç daire ve koskoca bir şehir.

Oğul evleneli birkaç ay olmuştu ki gönlünü başka bir kadına kaptırdı. Kime mi? Babanın eski sevgilisine. Evet, yanlış duymadınız. Babasının eski aşkına… Ama trajedi burada bitmiyor. Genç adam aşkını babasına açınca, baba “Bula bula benim sevgilime mi düştün?” deyip çileden çıkıyor. “Daha seni yeni evlendirdim, millet ne der?” diyor ama ne fayda! Oğul gözünü karartmış, kulakları duymuyor.

Önce eşini boşamaya ikna ediyor. Elbette bu boşanmanın da bir bedeli oluyor. Ama endişeye mahal yok, çünkü “Yüzde 30’cu Göksel” devreye giriyor. Oğlunun boşanacağı eşine, tanıdık bir inşaat firmasından birkaç daire “hediye” ettiriyor. Ne de olsa Göksel Bey’in prensibi net: Komisyon almadan iş yok. Yüzde otuz her daim kasada.

İnşaat firması zaten bu türden “fazlalıkları” rüşvetle eritmeye alışmış. Kimse çıkıp da “Bu ne rezalet?” diyemiyor. Eski eş bir küçük servetle boşanırken, yeni gelin –yani babanın eski sevgilisi– oğlunun hayatına, daha doğrusu devletin göbeğine yerleşiyor.

Baba ile oğul arasında yıllardır örülü olan tüm bağlar, bir kadının yüzünden yerle yeksan oluyor. Çatışma kısa sürüyor. Baba, eski sevgilisini oğluyla evlendiriyor. Evet, yanlış okumadınız: Eski sevgili, artık gelin.

Ve işte o andan itibaren şehir susuyor. Herkes biliyor, herkes görüyor. Ama kimse konuşmuyor. Çünkü korku büyük. Güç büyük. Göksel’in elinde sürgün var, tasfiye var, tehdit var. Bir şehri suskunluğa gömmek kolaydır, hele ki başında böyle bir “başkan” varsa…

Ta ki bir gün o meşhur daireler konuşmaya başlayana kadar.

Birileri eski eşin adına alınmış rüşvet daireleri kurcalar, belgeler ortaya çıkar. O dakikadan sonra şehirdeki o kara yemin bozulur. Suskunluk yerini fısıltılara, sonra da çığlıklara bırakır. Artık herkes biliyor ki, devletin koltuğunda bir ahlaksız oturuyor. Hem de alenen, utanmadan, saklanmadan…

Bugünlerde duyuyoruz ki, oğul babasına yine küs. Eski sevgili, şimdiki gelin, arada kalmış. Oğul diyar diyar kaçıyor. Baba ise oğlunu geri getirmek için seferberlik ilan etmiş. Araya adamlar, hatırlı dostlar sokulmuş. Ama kimse, bu kokuşmuş ilişkiler ağında oğlunu bile bulamıyor.

Ve tüm bu kepazeliğin ortasında kim yandı biliyor musunuz?

Oğulun ilk eşi. Sessizce, gözyaşıyla, rüşvet daireleriyle avutulmaya çalışılan o genç kadın. Ahlaksızlığın ortasında ezilen, görmezden gelinen, unutulan…

Gerisi mi?

Laf-ı güzaf.

Ne diyeyim? İyi yönetilse güzel film olurdu.

Ama bizde gerçek, filmleri bile gölgede bırakıyor.

Samet Memiş
Gazeteci - Yazar
"Bazen susmak da suçtur."