Manisa Saruhanlı’dan bir vatan evladı…
Henüz 18 yaşında, hayatının baharında bir delikanlı: Halil Esendağ. İmam Hatip son sınıfta okurken evlenir; daha üç-beş günlük damattır. Tam hayatın en tatlı çağında, gelecek hayalleri kurarken ülke 12 Eylül sabahına uyanır.
Ve Halil bir sabah apar topar alınır. Karıştığı bir olay var mıdır, yoksa “suçlu” bulunması mı gerekiyordu, hâlâ bilinmez. Bildiğimiz tek şey; Halil’in isnat edilen suçları asla kabul etmediğidir. Ama askeri düzenin kararları bellidir; konsey “asılsın” dedikten sonra kimsenin geri adım atacak hali yoktur.
Tarih 5 Haziran 1983… Cezaevi avlusunda darağacı kurulur. Hâkimler, doktorlar, memurlar hazırdır. Abdullah Hoca’ya “bir nikâh var” denilerek getirildiği yer aslında idam mahalli çıkar. Halil ve arkadaşı Selçuk, başlarında beyaz takkeleriyle, kefeni andıran giysileriyle içeri girerler. Sükûnetle “Selamün Aleyküm” derler. Doktor “Bir şikâyetiniz var mı?” diye sorar. “Elhamdülillah, taş gibiyiz” cevabını verirler.
Son arzuları ise sadece cenazelerinin ailelerine verilmesidir. Halil, darağacında slogan atmayacağını söylemiştir. Son sözünün kelime-i şehadet olmasını istemiştir. Tabureye vurmaz; ölümden korktuğu için değil, intihar olmasın diye… Ve yüzü kıbleye dönük, son nefesini verir.
Abdullah Hoca’nın anlattığına göre celladına bile “hakkını helal et” demiştir Halil. İşte bu, insanın içini sızlatan, aynı zamanda hürmete boğan bir cümledir.
Geride kalan emanetleri arasında bir bez parçasına sarılı, hanımından yadigâr yeşil bir tülbent vardır. Belki iki buçuk yıl hücrede onunla dertleşmiştir. Annesi ise içten içe bir şüphe taşır: “Oğlum şehitlik makamına ulaştı mı?” O gece rüyasında cennet bahçelerini görür. Sahabeler toplanmış, sevinçle beklemektedir. “Hayırdır?” diye sorar. “Bilmiyor musun, şehit Halil’in düğünü var. Resulullah Efendimiz teşrif buyuracak!” derler.
12 Eylül’ün acıları hâlâ kapanmamış yaradır. İsimler unutuldukça vicdanlar daha da kanar. Halil’in hikâyesi yalnızca bir ailenin değil, bir milletin yüreğine yazılmıştır. Bugün geriye dönüp baktığımızda, o gençlerin yaşadığı dramı siyaset üstü bir vicdan meselesi olarak görmek zorundayız.
Halil Esendağ’ın hikâyesi bize şunu hatırlatır: İnsan onurunu yok sayan hiçbir düzen kalıcı değildir. İdam sehpasında bile “hakkını helal et” diyebilen o gençleri unutmak, kendi vicdanımızı da inkâr etmek olur.
Ruhu şad olsun…
