Gazeteci / Samet Memiş
İran’da siyasi dengeler yeniden şekilleniyor. Rejimin geleceğiyle ilgili tartışmalar, Ali Hamaney’in yaşı nedeniyle giderek daha yüksek sesle dillendirilirken, perde arkasında yürütülen planlar açıkça sahneye çıkıyor. Hamaney’in, kendi oğlu Müşteba’yı yerine hazırladığı iddiası, İran içinde uzun süredir konuşuluyordu. Ancak bu süreçte, dini liderlik makamına yakın isimlerin tek tek suikastlerle ortadan kaldırılması, olayın çok daha derin ve organize olduğunu gösteriyor.
Bu gelişmelerin üzerine yaşanan kısa süreli İsrail-İran çatışması, aslında yalnızca askeri bir gerilim değil, aynı zamanda jeopolitik bir hamlenin parçasıydı. İran'da rejim sonrası döneme dair senaryolar artık masa üstüne çıkmış durumda. Özellikle Batı’nın, daha açık ifadeyle ABD ve İsrail’in, İran’da sadece bir rejim değişikliği değil, aynı zamanda sistemin ruhunu dönüştürecek bir figürü iktidara taşımak istediği görülüyor: Rıza Pehlevi.
İran’ın devrik şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin oğlu Rıza Pehlevi’nin son dönemde sıkça gündeme gelmesi tesadüf değil. Kudüs’te, Ağlama Duvarı önünde başında kipa ile dua ederken verdiği poz, Batı’nın uzun süredir hazırlığını yaptığı bir sürecin ilanı gibiydi. İsrail’e ve Batı’ya verdiği açık mesaj, Pehlevi’nin yalnızca bir sembol değil, aynı zamanda yeni rejim için hazırlanan bir “kukla lider” olduğunun da göstergesi.
Bu sembolik sahne, İran halkının zihninde ağır bir çağrışım yapıyor: 1979 Devrimi’nin tüm kazanımlarının silinmesi, Pehlevi hanedanının Batı eliyle yeniden sahneye sürülmesi. İranlılar için bu, sadece tarihsel bir hakaret değil, aynı zamanda on yıllardır süren bağımsızlık mücadelesine doğrudan bir saldırı.
İsrail Başbakanı Netanyahu ve eski ABD Başkanı Donald Trump’ın açıklamaları, İran’a karşı yalnızca yaptırımlar ya da askeri tehditlerle sınırlı bir politika izlemediklerini ortaya koyuyor. Bu iki liderin ortak noktası, İran’da yalnızca rejimi devirmek değil, aynı zamanda yerine Batı ile uyumlu bir yönetim kurmak. Bu hedef doğrultusunda Pehlevi, hem sembolik hem stratejik bir araç olarak konumlandırılıyor.
Netanyahu’nun Hamaney’e yönelik suikast imasında bulunması ve hemen ardından Pehlevi’nin Kudüs’teki görüntüleri servis edilmesi, bu planın psikolojik zeminini oluşturma çabasının bir parçası.
İran halkının önemli bir bölümü, Rıza Pehlevi’yi Batı’nın uzantısı, İran’ın tarihine ve kimliğine yabancı bir figür olarak görüyor. Her ne kadar ülke içinde rejime yönelik eleştiriler ve reform talepleri artsa da, bu taleplerin çözüm adresi olarak Pehlevi hanedanına dönüşü kabul edenlerin sayısı yok denecek kadar az.
Çünkü İranlılar için bu, yalnızca bir siyasi değişim değil; aynı zamanda ulusal onurlarının yeniden ayaklar altına alınması anlamına gelir. Şah döneminde yaşanan baskılar, Batı'nın ülkedeki tahakkümü ve ekonomik eşitsizlikler hâlâ hafızalardaki tazeliğini koruyor.
Pehlevi’nin İsrail’de dini ritüellere katılması, yalnızca kişisel bir tercih değil; Batı’nın İran’a karşı yürüttüğü “rövanş planının” bir parçası olarak okunmalı. İran’ın yalnızca siyasi değil, dini ve kültürel kodlarını da hedef alan bu strateji, yeni bir “sömürgeci müdahale” olarak değerlendirilebilir.
Bu gelişmeler karşısında İran yönetimi kadar, İran halkının da uyanık olması gereken bir dönemden geçiyoruz. Tarihsel hafızanın silinmesi, yeni bir figürün parlatılması ve içeriden çökertme planları; hepsi İran'ın geleceğini şekillendirmek için devreye sokulmuş unsurlar.
Sonuç olarak İran, yalnızca bir lider değişimine değil, varlık mücadelesine doğru sürükleniyor. İçeriden devşirilen isimler, dışarıdan yapılan dayatmalar ve bölgesel planlar; hepsi aynı sonuca hizmet ediyor: “İran’ı teslim almak.”
Ama tarih, her zaman olduğu gibi, yine halkların yazacağı bir defterdir.